Referandum, Kraliyet Ailesi,

Olimpiyatlar ve SBS

Gündoğdu Gencer

 

Geçenlerde ingilizce ile ilgili bir yazı okurken şöyle bir söz dikkatimi çekti: “Kendisinin yaşamda başarısız olduğunu düşünen bir kişi nasıl içmeye başlayabilir ve içtikçe de nasıl daha başarısız olursa, dil de ona benzer.  Düşünce yeteneğimiz düzensiz ve sistemsiz ise kullandığımız dil nasıl çirkin, yetersiz ve yanlış olursa, dile gösterdiğimiz özensizlik te düşünme yeteneğimizi sınırlar; aptalca, yetersiz ve mantıksız düşünmeyi kolaylaştırır.”

 

Bir süre önce Avustralya’nın devlet biçiminin Cumhuriyet olarak değiştirilip değiştirilmemesi konusunda referandum (halk oylaması) yapıldı. Sonuç, beklendiği gibi olumsuz çikti. Bunun elbet birçok nedeni vardı. Ama bir tanesi, belki de en önemlilerinden biri de Cumhuriyet karşitı Başbakan Howard’ın kullandığı sloganlardan biri oldu.  “If it’s not broken, don’t fix it” yani “bozuk değilse, onarmayın” diyordu Howard.  Düşünce kapasitesinin genişliği, zekasının keskinliği, mantıklı düşüncesi ve ön-derlik yeteneği ile tarihe geçmeyecek olan Howard, dar ve sınırlı düşüncesini kullandığı dile yansıtıyordu. Bu kafayla hareket edildiğinde dünyada hiç bir yeniliğin olamayacağını, hala karasabanla çift sürülüp, kerpiç damlarda oturacağımızı, kağnıyla Sydney’den Melbourne’a gidip parmak hesabıyla toplama çikarma yapacağımızı görebilecek kapasitede olmaması kullandığı dile de yansıyordu. Ana dili dünyanın en zengin dillerinden biri, İngilizce olan Avustralya halkının çogunlugunun da bu dilin yalnızca yüzde beşini gündelik yaşamında kullanması Howard’la özdeslesmesini kolaylaştırıyordu elbet.  Buna halkın genelde politikacılara olan güvensizliği ve karanlıktan korkan çocuk gibi halkın bilinmeyenden olan korkusu da eklenince sonuç olumsuz oldu. Avustralya daha kim bilir ne kadar zaman İngiltere’ye bağlılığını sürdürme yolunda oy kullandı.

 

İsmail Kayhan’la konuştuğumda bana Toplumsal Kaynak Dergisi’nin bu sayısının radyodaki Türkçe yayınlar üzerinde yoğunlaşacağını söylemişti. Bense referandumla ilgili bir şeyler yazmayı düşünüyordum.  Sonra birden arada bir bağlantı kuruverdim kendimce.  Howard’ın ve diğerlerinin referandumla ilgili olarak kullandığı dilden SBS Türkçe yayınlarında kullanılan dile atlamak güç olmayacaktı.

 

1960’larda Türkiye’de kişinin siyasal eğilimini kullandığı dilden çikarmak çok kolaydı. Osmanlıca, Arapça ve Farsça sözcükler kullanıyorsa sağcı, öz Türkçe ya da Avrupa dillerinden alınma sözcükler kullanıyorsa solcuydu.  Sağcıların bıyığının sarkık, solcuların pos bıyıklı olması gibi. Bu arada dilin ana işlevi, yani düşünceyi en iyi biçimde ifade edebilmek, güme gidiyordu tabii.  Bir düşünceyi en iyi ifade eden sözcük Arapçadan gelme ise solcu kardeşimiz bunu kullanmıyor, düşüncesini tam olarak ifade edemiyordu. Sağcı kardeşimiz de aynı şekilde öz Türkçe sözcüklerden Stalin görmüş gibi kaçıyordu. Bu günlerde bu önyargili seçimin biraz da olsun kırıldığını görmek kıvanç verici bir durum.  Ancak Amerikan kültürüyle gelen İngilizce hegemonyasının getirdiği bir başka olgu var. İktisatçı yerine ekonomist, ruh doktoru yerine psikiyatrist, kavram yerine konsept, ızgara, cızbız yerine barbekü gibi. Oysa, kökeni ne olursa olsun atılan sözcükler Türkçeye yer etmiş, Türkçenin bir parçası olmuş sözcükler.  Avustralya’da kültürümüzün eriyip gittiğinden yakınıp sonra da “car’ı park edip şopa gittim” diyenimiz az mı?



yazısının devamı...

 


Ana Sayfa | Son Sayı | Yazarlar | Dergimiz | Linkler | Avusturalya | İrtibat



Bu sitenin sayfa tasarımı Kalkadoon Desiıgn© tarafından yapılmıştır.
Ticari kaygılar güdülmemek şartıyla her türlü bilgi ve materyel,
bilginin paylaşimı bağlamında serbestce kullanılabilir.