|
Yağmur
Ormanı
Mehmet
Kurucan
Bugün
Pazar. Uyandığımda saate baktım, sekiz olmak üzere. Kalkıp
ocağa çay koymalı, azıcıkta early grey katıp, bir güzel
demlemeli. Sonra, Çocukları uyandırmalı. Onların kalkmaya
karşı gösterecekleri direnci oyuna çevirmeli. Yapma baba, bırak
hiç olmazsa pazarları biraz uyuyalım yakarışlarına,
onları kızdıracak cevaplar bulmalı. Ama üzerimde bir ağırlık,
kalkmaya karşı bir isteksizlik hakim. Canım tembellik yapmak
istiyor. Tekrar uyumalı, saatlerce uyumalı, ama uyku artık o
kadar da dost değil bana. En ufak bir sezide çekip gidiyor. Onu geri
getirecek tılsımlı şeyler gerekli bana, ama nerde onlar.
Dışarıya
kulak kabarttım. Kanarya sabah şarkılarına başlamış,
güzel, güzel ötüyor. Hafif bir rüzgar sesi katkıda bulunuyor kanarya
şarkılarına. Rüzgarın esintisiyle evin saçağına
sürten ağaç, ara tempoyu tamamlıyor. İşte uykuyu geri
getirebilecek güzel bir fırsat diye ikna etmeye çalışıyorum
usumu. Uyumalı. Bu kanarya melodilerini uykuma katık yapıp uyumalıyım.
Uyuyamasam da uyur gibi yapıp ruhumu dinlendirmeliyim. Usum uyumaya karşı
dirençli, onu ikna etmeye çalışıyorum. Usumda bir belirsizlik,
bir ağırlık hakim. Yavaş yavaş ikna oluyor gibi. Evet,
daldım dalacağım.. Birden gürültüyle kapı açılıyor,
çocuklar, bağrışarak üstüme atlıyorlar. Bırakın
beni uyuyacağım diye çıkışıyorum onlara. Yanağıma
bir öpücük kondurup bir masal dinlemeden şurdan şuraya gitmeyiz!
diyorlar. Gitmezler, biliyorum. Bir masal dinlemeden hiç bir yere gitmezler. En
iyisi bunlara bir masal anlatıp başımdan savmalıyım.
Usumu yokluyorum. Tam takır. Masal namına hiç bir şey yok. Sanki
hiç masal dinlememişim, hiç masal okumamışım. Hafızam
gittikçe silikleşiyor galiba. En iyisi bunlara bir şeyleri masal diye
yutturup başımdan savmalıyım. İyide masala
nasıl başanırdı, zira onlar için masalın masala
benzemesi çok önemli. Bütün gayretimi toplayıp işe koyuldum:
Evvel
zaman içinde, kalbur saman içinde develer tellal, pireler berber iken, ben
dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, az
gittim, uz gittim, dere tepe düz gittim, üç gün üç gece
gittim. Yolumu şaşırıp bir ormanın
derinliklerinde kayboldum. Dönsem dönülmez, gitsem gidilmez. Açlıktan
adım atacak takatım kalmayınca, kıvrılıp bir ağacın
kovuğunda uyuya kalmışım. Gözlerimi açtığımda
kendimi kapkaranlık, pis kokan
bir mağarada buldum. Mağaranın kapısı kocaman bir
kayayla kapatılmış. Kendi kendime; nerdeyim, buraya nasıl
geldim diye soruyorum, ama bir cevap bulamıyorum. Dışarıyı
dinledim. Kuş cıvıltıları, dalların rüzgara taranışı,
suların çağlayan sesi dışıda ses yok. Bağırmaya
başladım hey kimse yok mu?. Ses gelmedi. Kurtarın beni,
yardım edin, yine ses yok. Kayayı mağaranın ağzından
kaldırmaya çalıştım, onu da beceremedim. Sonunda, yine mağaranın
bir kenarına halsizce yığılıp kaldım. Aradan ne
kadar zaman geçti, bilmiyorum. Dışardan garip sesler duydum, sonra mağaranın
ağzına kapatılmış kaya kımıldadı, biraz
sonra mağaranın ağzı açıldı, içeriye
ışık doldu. Gözlerim ışığa alışana
kadar bir süre bir şey göremedim. Görmeye başlayınca birde ne
göreyim karşımda...
Çocuklar
merakla, Ne gördün baba? diye sordular.
Kocaman
bir ayı durmuyor mu mağaranın orta yerinde, diye devam ettim
masalıma. Ayıyı görünce korkudan dilim tutuldu, olduğum
yere Çöküp ellerimle gözlerimi kapatıp yere kapandım. Uzunca bir süre
ayının pençesinin kafama inmesini bekledim. Sonra yavaşça doğrulup
gözlerimi açtım ki, ayı mağaranın kapısına yakın
bir yerde uzanmış pençesini yalıyor. Kalkıp ayıya
yaklaştım: Ayı amca, ne olur bırak beni gideyim, diye
yalvarmaya başladım. Ayı yerinden doğrularak kükremeye başladı,
iyice korkup mağaranın köşesine sindim, bir yandan da yalvarmaya
devam ettim: ne olur ayı amca beni yeme, bırak gideyim, geride beni
bekleyen sevenlerim var dedim. Ayı kükreyerek, artık buradan
gitmeyi aklından çıkar, bundan sonra burda benimle, Gümüş Yağmur
Ormanlar Kralıyla yaşayacaksın, Gümüş Yağmur Ormanlarında
ben ne dersem, o olur dedi. Demek artık bir daha geri dönemiyecektim,
sevdiklerimi bir daha göremiyecektim. Mağaranın bir kenarına
oturup bir süre ağladım. Baktım ayı benim ağlamama hiç
aldırmıyor, ağlamayı kestim. Karnımda acıkmıştı,
kalkıp ayıya yanaştım, ayı amca ben çok acıktım,
bana yiyecek bir şey ver. Ayı hiç istifini bozmadan pençesini
bana uzatarak, madem açsın gel pençemi yala, doyarsın dedi!
Çocukların ikisi de aynı anda Yaaaak! diye bağırdı.
yazının
devamı...
|
|